Nerede Kalmıştık?


Evet, 2011’de hayatımda birçok değişiklik oldu. Bir sürü hüzünlü veda edildi... İnsanlara, mekanlara, yaşanmışlıklara. Yollar değişti önce. Sonra kokular, sesler, manzaralar... Aradığım, özlediğim tatlar, kullandığım ürünler; evimdeki bitkiler, uyku saatlerim. Bundan dört yıl önce minik minik başlayan farkedişlerim artık kendini gözle görülür bir değişime bıraktı. Her anlamda tahmin bile edemeyeceğim bir hızda değişiyorum ben. Öyle bir teslimiyet seline kapılmış gidiyorum ki, kontrol etmeyi düşünmeye, arkama dönüp bakmaya bile fırsat bulamıyorum çoğu zaman. Herşey inanılmaz derecede hızlandı, farklılaştı. Bütün bu süreç içerisinde hayatımda değişmeden kalan tek şey varsa o da yoga sanırım. Her ne kadar hiç bir ders ister fiziksel, ister duygusal olarak birbiriyle aynı olmasa da, derse koşarkenki heyecanım, matın üzerindeyken aldığım keyif ve tabi ki dersin sonundaki tarifsiz mutluluğum hep aynı. Her geçen gün kendisine biraz daha âşık olduğum bir sevgili gibi adeta yoga. Gün içerisinde aklımdan hiç çıkmıyor. Her günüm onunla geçsin istiyorum... Onu daha çok tanıyım, onunla daha çok “bir” olıyım. Zaman zaman da çok zorluyor beni. Ayna oluveriyor kalıplarıma, önyargılarıma, güvensizliklerime. Hiç korkmadan, çekinmeden gösteriveriyor bana beni. Hayatta en çok zorlandığım konulardan biri olan “sabretme”nin, aynı zamanda en çok ihtiyacım olan şey olduğunu gösteriyor. O ise aynı dinginlik, olgunluk ve koşulsuzlukla hep orada, kolları açık bekliyor beni. Bütün engellerin aslında benim zihnimde ve kendi yarattığım engeller olduğunu anlamamı, hissetmemi, farketmemi istiyor. “Zor diye bir şey yok aslında” diyor, “tek ihtiyacın olan birazcık teslimiyet, kendine güven ve biraz da sabır”. Onu tanıdıkça kendimle de daha çok yüzleşiyorum her gün. Bu başta korkutucu da olsa, zamanla insanı çok özgürleştiren, hafifleten bir şey. Dün okuduğum bir kitapta çok hoşuma giden bir cümleyle karşılaştım. Yazar, Hindistan’da bir ashramda katıldığı yoga eğitiminden ve orada yaşadıklarından bahsederken, “zihnimde adeta kazı çalışması oluyor” demiş. Yoga yaparken çoğu zaman, özellikle ilk zamanlarda, insan tamamen asanalara, akan terine, yeterince açılmayan omuzlarına, acıyan baldırlarına veya bunun gibi sayısız şeye dikkat ediyor. Ancak zaman içerisinde – ki bu ne yazık ki o kadar kolay olmuyor – sadece akan nefesinin sesine ve onun getirdiği bir takım farkındalıklara odaklanabilmeye başlıyor. Kendimden örnek vermem gerekirse bir derste hiç beklenmedik bir anda, tahmin etmediğim duygular, düşünceler ortaya çıkıveriyor (köprü hazırlığı yaparken fena halde sinirlenmem gibi) Ondan sonrası ise zaten çok kolay. Çözülme kendiliğinden geliyor.
Yogayla olan bu tutkulu ilişkimiz yüzünden etrafımdaki insanlara, özellikle aileme ve muhtelif sosyal faaliyetlere yeterince vakit ayıramamaya başladığımı farkediyorum. Hem bir taraftan sıkıştırıyor bu durum beni, hem de diğer bir taraftan hayatımdan son derece memnunum şu anda. Hatta keşke haftada 10 gün, günde 24 değil de 30 saat olsa da yogaya daha çok vakit ayırabilsem diyorum. Görüşmediğimiz her gün içimde bir sızı, bir özlem. Değişmekle ilgili tek zorluk insanın bunu istemesi ve gereken o cesur adımı atabilmesi değil aslında. Evet, belki bu işin en zor kısmı ama... Bir de değiştikten sonrası var. Nasıl oldu, ne ara oldu anlayamadan; eskiden mi daha iyiydi yoksa böyle mi daha iyi tam çözemeden (hep bir sorgulayan, cevap arayan, netlik isteyen tarafımız var ya!). İnsanoğlu pek garip. Hem gün oluyor değişmek için sayısız karar alıp kendine sözler veriyor, hem de sonrasında “ama eskiden ben ...” diye başlayan cümleler kurmaktan kendini alamıyor. Hala dönüp dönüp sıkça geriye bakan insanlar kategorisine ben de dahilim sanırım. Eski Müge ile yenisini sıkça kıyaslıyorum. Bolca düşünüyorum. Sonuç? Seviyorum yeni halimi. Gün içerisinde sıkça mola alıp, nefesine odaklanabilen Müge’yi; kendini dinlemeyi bilen; isteklerini dile getirmekten, bazen de bencil olmaktan çekinmeyen; karşısına çıkan minik mesajları, kocaman yardımları görmeyi ve takdir etmeyi bilen Müge’yi. Ve de tabi ki yoga yapan Müge’yi.

OM SHANTI SHANTI SHANTI

Padmasanaya Hazırlık. Amanın!


Perşembe günkü Vinyasa ve Cumartesi günkü Hatha dersleri muhtelif asanalara hazırlıklarla geçti. Vinyasa'yla başlamak gerekirse, hoca sanki bana "önyargılı olmak kötüdür" demek ister gibiydi. Son derece neşeli başladı derse, hatta minik espriler bile yaptı. Uzun süre Gotan Project'le devam ettiğimiz derste hem lotus için hem de headstand için hazırlıklar yaptık. Öncelikle, jivamukti-vinyasa olan bu derste genellikle her hafta bir tema oluyor, misal geçtiğimiz derste bu "çalmamak"tı. "Soluduğumuz havayı bile aslında çalıyoruz. Öyleyse nefes alırken bunun hakkını verelim, bu derste de tam olarak buna dikkat edelim" diyerek söze girdi hoca.Kişiselleştirmem gerekirse, bu vinyasa dersi benim için aynı zamanda egomun güzel bir sınavı oldu. Bir çok zor asanayı yapabiliyorken, bütün sınıfın kolaylıkla yaptığı bir "yoga squat"i benim ancak topuklarıma destek koyarak yapabilmem, aksi takdirde merkezimi bulamayıp, dengemi tamamen kaybederek sırt üstü geriye devrilmem, konuşmak için hazır ve nazır bekleyen egom için pek idealdi. Kişisel farklılıkları bir kez daha kendi kendime hatırlatmamı ve "herşeyin bir zamanı var, biraz sabır" diyebilmemi gerektirdi ders. Lotus'a hazırlık? Amanın! Diyorum ya herkesin vücudunda daha açık veya esnemeye daha az müsait yerler var diye. Yoga dersinde benim sanırım en en en çok acı çektiğim şey, lotus'a hazırlık olarak yaptığımız öne eğilme hareketi. Eh, acısız güzellik olmuyor malum :)
Cumartesi günkü Michael Saunders'ın Hatha dersi ise yine tarifi imkansız güzellikte geçti. Derse genellikle 5-10 dakikalık bir silent sitting ile başlanıyor. Herkes tamamen nefese odaklanıp, kendi merkezini buluyor önce. Sonra da minik bir muhtelif-eklemleri-ders-öncesi-esnetme seansı (aslında bunu öğrencilerin her yoga dersi öncesinde zaten yapıyor olması lazım)yapılıyor. Bu haftaki Hatha dersi tamamiyle yerde oturarak geçti. Bugüne kadar hiç yapmadığım bazı stretching'leri, allah bilir kaç dakika yapmam gerekti. Michael Saunders'in yönlendirmesi ise tek kelimeyle müthiş! Daha önce dersine sadece bir kez katılmış olmama ve o derste ismimi söylemeye çalışırken akla karayı seçmiş olmasına rağmen (Müji, Müjver gibi çeşitlemelerden sonra Müje diyebilmişti), Saunders bu hafta beni daha görür görmez ismimi söyleyerek beni tam anlamıyla dumur etti. Her duruşta hareketin adam akıllı yapıldığından emin olana kadar öğrencilerin yanında hatırı sayılı bir süre kalarak ve yine her asanada öğrencilere tek tek isimleriyle hitap edip, onları teşvik ederek bu adam neden bu kadar iyi isim yaptığını kanıtlıyor. Stüdyodan ayrılırken duyduğum, "well done Muje, very good" cümlesi ise tek kelimeyle dondurmanın üstündeki topping oldu:) Cumartesi sabahları saat 10.30'da, Nişantaşı, Barbaros trafiği;haftasonu uyku keyfi demeden iki elim kanda olsa gideceğim bir ders bu. Tüm yoga öğrencilerine şiddetle tavsiye edilir!

Ajda Pekkan, okaliptüs kokusu ve bir yoga dersi


Yine inanılmaz keyifli bir ders daha geçti dün. Yine hafif, yine bol gülümsemeli. Sanırım derslere müziğin eşlik etmesini çok seviyorum. İnsanın yaptığı şeyle arasında daha kuvvetli bir bağ kurmasını sağlıyor. Günlük stresi, sıkıntıyı; kafadaki milyon düşünceyi bir kenara bırakmana daha çok yardımcı oluyor. Dün de önce klasik müzikle başladık derse. İlk oturarak ve gözlerimiz kapalıyken yaptığımız kısa nefes çalışmasında Bach çaldı. Daha o andan derse hazır hale geldim ben zaten. Bach’a karşı konulabilir mi? Omuzlar düştü, yüz kasları gevşedi, nefes derinleşti.
Sonra, dersin ortalarına doğruydu sanırım, trikonasana yaparken bir anda Ajda’nin sesi yayılıverdi sınıfa. Anlık şaşkınlığım geçtikten sonra “herşeyin bir ilki vardır” diyerek güldüm içimden ve asanaya devam ettim. Hazırlıksız yakalanmak, dersin beni şaşırtması hoşuma gitti ne yalan. Ajda’yla da pekala güzel gitti yoga.
Dün twist’lere özellikle ağırlık verdik derste. Bayram ertesi olduğundan – bu bir hafta boyunca bolca yenilip içildiği için - hepimizin kuvvetli bir detox ihtiyacı olduğunu söyledi Nati. Benim için en keyiflisi ise, zaten çok sevdiğim plow pose’daki (halasana) ve shoulderstand’deki (salamba sarvangasana) varyasyonlar oldu. Özellikle plow pose zaten omurgayı ve omuzları süper esnettiği gibi, bütün abdominal bölgedeki iç organlara da güzel bir masaj yapıyor. Bu asananın aynı zamanda yorgunluğu, stresi ve menapoz semptomlarını hafiflettiği de söyleniyor. Üzerine bir de hafif sağa-sola dönüşler ve minik twistler eklenince tadından yenmez bir durum oldu:)
Dersin sonu, yani savasanaya geçtiğimiz an ise tam anlamıyla keyfin doruğuna ulaştığım andı benim için. Nati’nin boynumuza masaj yaparken sürdüğü losyonun yoğun okaliptüs kokusu, solunum yolunu bir güzel açarken beni tam 25 yıl öncesine götürdü. Çocukluğumda annemin geceleri odama koyduğu buğuseptilin kokusunu hatırladım. O zaman da bayılırdım bu kokuya, hala da kendimden geçerim her vicks nevi şeyi kokladığımda. 24 Kasım Salı akşamı saatler 21.15’i gösterirken, özellikle omuzlarımda inanılmaz bir rahatlama, burnumda okaliptüs kokusu ve kulağımda Ajda Pekkan’ın sesiyle evimin yolunu tuttum.

HALF-LORD OF THE FISHES



Yoga derslerine kesinlikle eğitmenin enerjisi damga vuruyor. Sanki hoca ne kadar güler yüzlü, ne kadar hafif enerjili olursa, öğrenciler için de o ders alabildiğine verimli geçiyor. Nefes akıcı, zihin sakin, vücut adeta esnemeye dünden razı oluyor. Dün gittiğim vinyasa dersi de bunlardan biriydi. Hocanın sesi, yaydığı enerji o kadar yumuşak ve tatlıydı ki, asanalar beni ne kadar zorlamış olursa olsun, dağ pozisyonuna her geri döndüğümde yüzümde koskocaman bir gülümseme oluştuğunu farkettim. Vücudumun her bir noktasından özenle akan tere rağmen! Halbuki bundan iki hafta önce girdiğim bir vinyasa dersinde tam 1,5 saat boyunca hocanın yüzünde bir parçacık bir gülümseme oluşmasını bekleyip, biraz güleryüz belirtisi aramıştım. Ama nafile! O derste de hoca yine her asanada gerekli açıklamaları yapıp, tek tek duruşlarımızı düzeltmişti ama yine de bir şeyler eksik kalıyor ve sanki o çalışma aynı etkiyi yapmıyor. Şimdi önüme stüdyonun haftalık programını açtığımda o hocanın dersine gitmemek için gözüm alternatifleri arayıp duruyor. Bunun aksine dünkü derse ise neredeyse koşar adım gittim.
Benim için dünkü vinyasanın en güzel bölümlerinden biri sanırım “half-lord of the fish pose” yaptığımız andı. Genellikle en zorlandığım asanalar yerdeki twist’ler, yani burgular oluyor. Omurgamın tam anlamıyla esnemesi ve bu tür dönüşleri yapabilmesi için daha zamana ihtiyacı var çünkü. Dolayısıyla özellikle bu tip asanalarda hocanın yanıma gelip omuzlarımı ve sırtımı, nefesle birlikte esnetmesi inanılmaz iyi geliyor. Dün de normalden daha uzun süre kaldığımız “half-lord of the fish-pose”da hocanın yardımıyla inanılmaz güzel bir açılma yaşadım. Nefesi alırken uzamaya ve nefesi verirken dönmeye dikkat edildiğinde vücut – özellikle sırt, omuzlar ve de boyun - bu tür burgularda gerçekten acaip güzel esniyor. Yani sırtı ağrıyanlar için ideal bir asana bu. İşin güzel tarafı aynı zamanda da karaciğeri ve böbrekleri uyarıp, sindirim sistemini de canlandırıyor. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta nefesi hiçbir zaman tutmamak ve de yogaya yeni başlandıysa, herhangi bir sakatlanma olmaması için mutlaka bir öğretmen eşliğinde bu asanayı çalışmak.

http://www.yogajournal.com/poses/485

OM SHANTI SHANTI SHANTI

BAYRAM (!) VE KRİYASHAKTİ


Hiç tahmin etmezdim ama bugün sabah işe gayet mutlu, neredeyse "yaşasın iş başladı" diyerek geldim. Kendi kendime de şaştım hatta, "deli miyim neyim?" diye geçirdim içimden. Pazartesi sabahı olmasına rağmen bu garip mutluluğumun en temel sebebi sanırım bu bir haftalık tatil boyunca fena halde aylaklık, tembellik yapmış olmam ve bu durumdan hiç hoşnut olmamam. Geçen hafta sonundan beri hiçbir gün kendimi toparlayıp da adam gibi yoga yapamadım. Yaptığım, bir kaç güneşe selamdan ileriye gidemedi. Hem tembellikten, hem yediğim şeylerden (anne-baba evinde tek aktivitem yemek yemek ve içmek oldu!)dolayı üzerimde oluşan hantallık ve ağırlıktan, hem de gün içerisinde bir türlü konsantrasyon sağlayamadığım için sabahlarımı biraz iş yapmaya ayırdığımdan yoga bir şekilde yalan oldu bu hafta. Yeniden iş rutinine geri dönüyor olmak beni bu yüzden mutlu etti sanırım. İş çıkışı yoga stüdyosunun yolunu tutmamam için hiçbir bahanem yok artık!
Haftasonu iki tam gün Kriyashakti kursundaydım. Karma yasaları, negatif düşünce kalıplarından kurtulma, bolluk, bereket derken niyetleri gerçekleştirmenin püf noktalarıyla haşır neşir olduk. Bol miktarda ikiz kalpler meditasyonu ve listelenen bir sürü istek(daha bundan 2-3 ay önce "hiçbir şey istemiyorum" demeyi öğrenmiş olmamıza rağmen)dolunaya da denk gelince pek hoş oldu. Tüm bunlar bir yana, kursta döne döne vurgulanan, sürekli tekrar edilen en önemli konu "istikrar" ve "çok çalışma"ydı. Yani bir şeye niyet ediyorsak, bunun sadece hayalini kurup, visualization yapmak ya da bunu bir kağıda niyet olarak yazmak değil, bu konuyla ilgili düzenli ve aktif olarak çalışmak. (Bayram, tatil demeden, popomuzu kaldırıp her gün 1,5 saat yoga yapmak gibi mesela:)). Kriyashakti uygulamalarına da ilk olarak basit istekler ve niyetlerle başlamamız, ve de bir şey isterken gerçekçi olmamız tavsiye edildi. Tabiki dün akşam itibariyle işe koyuldum. İlk olarak gerçekleştirmek için niyet ettiğim şeyleri şöyle yazabilirim (kriyashakti için uygun olan kalıplarla):
1. Bu kadar disiplinli ve azimli olduğum için çok mutluyum.
2. Bu kadar kuvvetli ve sağlıklı bileklere sahip olmak süper
(her yoga dersinde ister istemez gergin bir bekleyiş oluyor. Geçirdiğim de quervain hastalığı ve doktorun sürekli beynimin bir köşesinde çınlayan lafları yüzünden, sol el bileğim acaba ne zaman zorlanacak, acaba bu sefer ne kadar ağrır diye kasılıyorum. Çoğu zaman korkup bazı asanaları uzun süre yapmıyorum. Eve koşarak gidip, bileğimi tiger balm'a buluyorum!)
3. Bu kadar iyi yoga yaptığım için çok mutluyum.

SURYA NAMASKARA - 13-14 KASIM


Bu haftasonu nedense kalkıp stüdyo derslerine gidemedim. Cumartesi sabahı uyku ihtiyacı ağır basınca saat 10.00 dersi yalan oldu. Bugün de saat 13.00 gibi Anadolu yakasında olmam gerektiğinden, 11.30'daki çok sevdiğim Vinyasa dersine gidemedim. Tüm haftasonunu yogasız geçirmeye de içim elvermediği için her iki gün de güzel bir Surya Namaskar (Güneşe Selam) A&B serisiyle güne başladım. İnsanın sabah yataktan kalktığında farkında olmadan yaptığı ilk şey aslında kollarını yukarı uzatıp güzelce gerinmek ve esnemek oluyor. Bu vücudun açılmak ve güne başlamak için doğal ihtiyacı. Güneşe selam serisi de işte bu ihtiyaca mükemmel bir şekilde cevap veriyor bence. Bir taraftan öne ve arkaya esnemelerle omurgaya inanılmaz bir iyilik yapmış oluyoruz (benim gibi her yoğun çalıştığı dönemde, ya da stresli bir durumla daha ilk karşılaştığında sırt ve omuz ağrısı çekmeye başlayan bir insan için bu çok kıymetli); bir taraftan da asanalarla nefesi senkronize ederken, kendi nefesimizin sesine odaklanmak adeta meditasyon etkisi yaparak zihni acaip rahatlatıyor.

Yogaya ilk başladığımda ve evde pratik yapmaya çalıştığım zamanlarda seyrettiğim dvd'de hoca her "downward facing dog"a geçildiğinde, "burası sizin dinlenme noktanız" derdi. Dinlenme pozisyonu olarak bilinen bir şeyde kollarım ve bacaklarım ayrı ayrı titrediği ve derin, rahat ve uzun nefesler almakta zorlandığım için bunu bir türlü anlayamazdım. Düzenli pratik yapa yapa ilk defa bu duruşun neden bir rahatlama yeri olduğunu yavaş yavaş anlamaya başladım. Bedenin gelişimi ve düzenli çalışmaya verdiği tepki müthiş! Tek gereken ona karşı sabırlı olmak :)

VINYASA 1-2, 9 KASIM


Zıvanadan Çıkmış Ter ve Bozulan Konsantrasyonum

Bazı derslerde durup şöyle bir etrafıma bakmak istiyorum, acaba benim kadar terleyeni var mı diye. Çok iddialı olacak belki ama sınıftaki erkek öğrencilerle çok rahatlıkla kapışabilirim bu konuda. Öyle bir an geliyor ki burnumun ve kaşımın ucundan mata düşen ter damlalarından, ağzımın içindeki tuz tadından, kenetlemeye çalıştığım ellerimin benimle inatlaşırcasına ve “vıjk vıjk” sesleriyle birbirinden ayrılmasından, asanaya mı dikkat ediyim nefese mi bakıyım gerçekten şaşırıyorum. Bugünkü ders de onlardan biriydi işte. Bir taraftan da fena halde eğleniyorum içine düştüğüm bu durumla. Hani insan bir an için kendine dışarıdan bakar ya... Pek aciz, pek komik bir halde oluyorum. Ve fakat dersin sonunda, onca terlemenin detox etkisi sayesinde sefil ama gururlu; pis ama bir bebeğinki gibi parlayan bir ciltle evimin yolunu tutuyorum.

Not: Navasanada (full-boat pose) ilerleme; Urdhva Dhanurasanada (wheel pose) elde var sıfır.

HATHA (BBB) - 6 KASIM CUMARTESI


Yoga stüdyolarının programlarında ders isimlerinin yanında mutlaka “beginner” “open” veya “advanced”, “1-2” gibi açıklamalar da oluyor. Bunlar içinde bugüne kadar benim için en şaşırtıcı olanlar “beginner” yani “yeni başlayanlar için” açıklaması olan dersler olmuştur. Yoga o kadar eneteresan bir şey ki, ister aylarca, yıllarca yapıyor olun, her zaman öğrenecek, farkına varacak şeyleri olan bir öğrencisiniz aslında. Kısa sayılmayacak bir zamandır yoga yapıyor olmama rağmen beginner derslerini hafife almamam gerektiğini çok iyi öğrendim. Şu son iki ay içerisinde öyle beginner dersleri yaptım ki, ders sonunda şaşkınlıkla karışık salak bir mutluluk içerisindeydim. M. Saunders’la ilk dersim olan HATHA (BBB)’ya da bu Cumartesi gittim. Normalde alışık olduğum vinyasa derslerine göre çok daha ağır ve asanalarda çok daha uzun süre kalınan bir dersti. M. Saunders sınıfta tek tek herkesi dolaşıp, duruşlarımızı her asanada özenle düzeltti. Şahsen bugüne kadar girdiğim dersler içerisinde abartısız her duruşta birebir ilgi gördüğüm en güzel dersti. Sonucu “hayatımın stretching’i” olarak özetleyebilirim. Vücudumda esnetmediğim, açmadığım tek bir yer kalmadı sanırım. Yerdeki stretching bir noktada öyle bir hal aldı ve bacak içlerim öyle bir açıldı ki, içimden “eve dönüşte yürüyebilecek miyim acaba?” diye geçirmeye başladım.

Hatha gibi ağır yapılan ve asanalarda daha uzun süre kalınan dersleri de oldukça seviyorum. Vinyasa flow gibi daha hızlı derslerde, birbiri ardına çabucak eklediğimiz asanalarda farkında olmadan bozduğum veya yanlış yaptığım şeyleri düzeltmem için inanılmaz bir fırsat oluyor. Chaturanga dandasana’ya (four limbed staff pose) geçtiğimde belimdeki kavisi düzeltip, yere %100 paralel durmam gerektiğini; Adho Mukha Svanasanada (downward facing dog) esas merkezin sırt ve bel olduğunu hatırlayıp, tekrar tekrar pratik yapma şansı buluyorum. M. Saunders’la Hatha dersinden öğrendiğim en önemli şeylerden biri de özellikle yerdeki (seated) asanalarda hangi tarafa doğru açılmış, esniyorsak, esas merkezin vücudumuzun tam aksi tarafı olduğuydu. Dersten kuşlar gibi hafif bir o kadar da enerjik bir şekilde çıktım. Bir Cumartesi sabahına daha güzel başlanamazdı heralde.

BLISS


Bir Pazartesi öğleden sonrasında acil yapılması gereken sayısız iş beni beklerken aklıma bir blog fikri düşüverdi. Her ne kadar bugüne kadar bir kaç kez blog konusunu düşünmüş olsam da, özellikle yogayla ilgili bir blog yazmak isteyeceğim hiç aklıma gelmemişti. Ama işte ne olduysa bir anda oluverdi. Her bir işimi bırakıp blogspot’a giriverdim bir adres alma telaşı içerisinde. Sanki o anda dünyanın en mühim, en acil işi buymuş gibi. Peki ama blogun ismi ne olacaktı? Sonsuz olasılıklar içerisinden aklıma gelen ilk şey tek bir kelimeydi: BLISS. Son 3-4 yoga dersinin sonunda ceset pozisyonuna her geçişimizde engel olamadığım gözyaşlarını ve hissettiklerimi düşündüğümde benim için yogayı en güzel özetleyen kelime bu sanırım.

Yoga beraberinde inanılmaz bir bedensel farkındalıkla geliyor. Her 1,5 saatlik derste ve sonrasında kişi hem bedeninde hem duygularında inanılmaz değişikliklerle karşılaşabiliyor. Yogayla yıllar önce karşılaşmış ve 3 yıl kadar yoga yaptığını sanmış; ve fakat gerçek anlamda düzenli ve esaslı pratiğe 2,5 ay önce başlamış hevesli bir yoga öğrencisi olarak ben de bu farkındalıklardan nasibimi alıyorum pek tabi. Bu blogu da hem kendi kişisel gelişimimi takip edebilmek, hem yogaya başlamayı düşünen insanlara belki biraz ilham verebilmek hem de tecrübeli yoga öğrencileriyle bir şeyler paylaşabilmek adına yazıyorum. Enjoy!